Mission: Impossible II (2000)


Uzun soluklu serilere bir bütün olarak baktığım zaman en çok ilgimi çeken özellik, yıllar içinde gelişen yeni anlatım dilleri ve seyirci beklentisi doğrultusunda söz konusu eserlerin yaşadığı değişim olmuştur. 60'lardan günümüze kadar uzanan Görevimiz Tehlike'nin, sahip olduğu yenilikçiliği sürdürerek evrimleşmesi de böyle bir durum. Kabaca özetlersek Doğu Bloku ülkelerinde geçen akıl oyunlarıyla dolu görevler, 70'lerin renkli dünyasına ait uyuşturucu kaçakçılarına yönelik operasyonlar ve Soğuk Savaş sonrası ajanların ihanetine karşı verilen aksiyon dolu mücadeleler gibi farklı zamanların tarzını benimsemiş hikayeler izledik şimdiye dek. Benzer şekilde Mission: Impossible II'nin de kendi anlatısını kuran bir yapım olduğunu söylemek yanlış olmaz. Milenyumun etkisiyle yeni nesil teknoloji her zamankinden daha ön planda. Ve aksiyon dur durak bilmiyor...

Bunda yönetmen John Woo'nun katkısı çok büyük, zira film boyunca Uzak Doğu sinemasının tesiri hissediliyor. Uzun süren dövüşler, aynı hareketin farklı açılardan iki-üç kez tekrar edildiği anlar ve akrobatik sirk gösterilerini hatırlatan takip sahneleriyle dolu bu film ilginç bir sinema deneyimi sunmak için elinden geleni yapıyor. Hatta Ethan Hunt'ın tırmanış yaptığı açılış bölümünde kameranın havada dönerken kaydettiği geniş açılı çekimler, farklı bir şeyler izliyor olduğumuzun mesajını erkenden veriyor. Çinli yönetmenin bu sahneler üzerinde bayağı bir kafa yorduğu belli, öyle ki senarist Robert Towne'a göre henüz senaryo yazılmadan bazı aksiyon koreografileri en ince detayına kadar Woo tarafından planlanmış. Fakat bir süre sonra bu baş döndürücü tercihlerin izleyici için yorucu hale geldiği bir gerçek. Özellikle sondaki motor düellosu her ne kadar nefes kesici olsa da fazla uzayınca extreme gösteriler üzerine çekilmiş video klipler bütünü gibi hissettiriyor.


İçeriğe göz atarsak, senaryo genel olarak bilindik bir mevzuyu konu ediniyor. Şahsen virüs salgınlarını temel alan hikayeleri çok bayat bulurum ama film, anlatım şekli ve kötü adamıyla bunu bir miktar ilgi çekici kılmayı başarmış. Mission: Impossible atmosferinin dışına çıkılsa da serinin belli başlı temel özelliklerinin güncel bir anlayışla yeniden yorumlanması söz konusu ilgiyi arttıran bir unsur. Her daim kendini yok eden kasetle gelen görevin bu kez son teknoloji bir gözlükle Hunt'a ulaşması yeni bir çağın başladığının en belirgin sembolü. Bunun haricinde iple adam sarkıtma ve kılık değiştirme numaraları da es geçilmiyor. Dougray Scott'ın canlandırdığı kötü adam Sean Ambrose, filmin artılarından. Bilhassa parmak kesme sahnesini karakteri ciddiye alabilmemiz açısından gayet başarılı buldum. Ancak (serinin ilk halkasında Jim Phelps'in akıllara zarar dönüşümüyle birlikte) iki defa üst üste kötü adam kontenjanında "hain IMF ajanı" görmenin bir parça rahatsız ettiğini de söylemek isterim. Gerçi burada Ambrose'un motivasyonu Phelps'e göre çok daha yerinde ama Ethan Hunt ile olan çatışması zayıf kalıyor. Sorun şu ki senaryo, kötü adamın nihai amacından bağımsız olarak Hunt ve Ambrose arasında bir nefret-rekabet ilişkisi kurmak istemiş ancak bu elle tutulur bir şekilde anlatılamıyor. Ayrıca son derece gereksiz bir hamleyle öldürmenin etiği üzerine Hunt'a üstünkörü bir karakter hikayesi de vermeye çabalıyor film. 

Thandie Newton'ın oynadığı Nyah, senaryonun bir diğer can sıkıcı noktası olarak göze çarpıyor. Catwoman-vari hırsızlık yetenekleriyle başta iddialı bir şekilde tanıtılsa da başarılı hipodrom sekansından sonra bu iddiasının altında kalıyor ve finale doğru kurtarılmayı bekleyen tek boyutlu bir karaktere dönüşüyor. İlk filmde de gördüğümüz Luther ve ekibe yeni katılan Billy Baird ise işin eğlence yükünü sırtlayarak aksiyonda boğulan öyküye bir miktar ferahlık getiriyor. Fragmanda bayağı gösterilmesine karşın oldukça kısa bir rol ile karşımıza çıkan Anthony Hopkins'i görmek yine de keyifli. Belki de filmin en güzel repliği ona ait:

Mission Commander Swanbeck: So you think it will be difficult?
Ethan Hunt: Very.
Mission Commander Swanbeck: Well Mr Hunt, this is Mission Impossible, not mission difficult. Difficult should be a walk in the park for you.


John Woo'nun seriye kattığı yenilik, müziklerde de kendini gösteriyor. Önceki filmde kaynağa büyük ölçüde sadık kalan Danny Elfman'dan besteci koltuğunu devralan Hans Zimmer'ın kendi müziğini konuşturduğu soundtrack albümü, klasik Görevimiz Tehlike'den farklı olarak yoğun bir tarza sahip. Uzun bakışmaların olduğu ağır çekim sahneleri ve dramatik anları besleyen parçalardan, aksiyon sahnelerine eşlik eden elektro gitarlı müziklere kadar kapsamlı bir işe imza atmış Alman müzisyen. Metallica'nın "I Disappear" isimli şarkısını film için bestelediğini söylemeden de geçmeyelim.

Özetlersek Mission: Impossible II; yer yer 80'li yıllardaki biyoteknoloji temalı aksiyon filmlerini andırsa da, genel çerçevede Uzak Doğu sineması geleneğiyle Hollywood'un görkemini aynı potada eriten bir yapım. Görevimiz Tehlike normları açısından değerlendirirsek bence ilk filmin gerisinde. Ama aksiyon beklentisi yüksek izleyiciler için de son derece uygun bir seyirlik.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir Sherlock Holmes İncelemesi

Bu "The Batman" Bir Başka

Doğu Ekspresinde Cinayet / Murder on the Orient Express (2017) Eleştirisi