Bir Sherlock Holmes İncelemesi

               Sherlock Holmes' a değinmenin vakti geldi artık. O zaman başlayalım... Sir Arthur Conan Doyle' ın bu dahi karakterinin maceraları ilk olarak gazetelerde yayımlanmaya başlamış. Ama şimdi çeşitli yayınevlerinden kitapları basılıyor, beyazperdeye ve televizyonlarımıza konuk oluyor. İngiltere' de kendine özel heykeli ve de Baker Street 221B' de bir müzesi var. Kendisini ''Danışman Dedektif'' olarak nitelendiren Holmes dünyanın en ünlü kurmaca karakterlerinden biri artık. Her ''dedektif'' sözcüğünü duyduğumuzda ya da okuduğumuzda Holmes' ün şapkalı silueti gelir birden aklımıza. Uzun pardösüsü, ağzında piposu ve de bir elinde büyüteciyle o herkesin gözünde bir simgedir. Ayrıca enfiye gibi kötü bir alışkanlığı da vardır. Zaman zaman doğru şekilde düşünmek istediği zaman onu kullandığını söyler. Keman çalmayı çok sever ve yine doğru şekilde düşünmek için başvurduğu yöntemlerden biridir. Boks konusunda oldukça iyidir. Üniversite yıllarında boks sayesinde birkaç arkadaş edinebilmiş ve bu dedektiflik işine ilk başladığı yıllarda ilk müşterilerinden biri yine bu üniversite arkadaşlarından biri olmuştur. Ününün yayılmasında bu ilk davaların önemi büyüktür. Kimi vakalarda bokstaki hünerini göstermek zorunda kalmıştır. Sherlock Holmes en küçük ayrıntılara bile çok önem verir.Çünkü ona göre basit olan şey gözden kaçar. Birçok davasını da bu mantıkla hareket ederek çözmüştür. Bir müşterisi geldiği zaman koltuğuna oturup ayaklarını şömineye uzatarak, ellerini parmakları uçuca gelecek şekilde birleştirerek ve de fazla araya girmeden onları dinler. Dinledikten sonra müşterilerine bazı sorular yöneltir ve soruların cevaplarını aldıktan sonra onlara bazı tavsiyelerde bulunur. Her kesimden müşterisi vardır. Sıradan bir günde herhangi bir insan ondan yardım isteyebilirken, hiç beklenmedik bir zamanda büyük krallıkların varisleri, soyluları da ona gelebilir. Holmes davalarını müşteriye ve konumuna göre değil, davanın ilgi çekiciliğine göre seçer. Özellikle daha önce hiç benzer bir dava ile karşılaşmadıysa davayı hemen kabul eder. Bir bakışta sıradan bir insanla bile ilgili bilgiler edinebilir. Hatta bir nesneye dahi bakarak o nesnenin sahibiyle ilgili çok doğru çıkarımlar yapabilir. Tümdengelim yöntemini oldukça ileri düzeyde kullanarak davalarını çözmeyi başaran Holmes' ün en büyük yardımcısı beynidir. ''Orada dur bakalım! Dr. Watson ne güne duruyor.'' diyenleri duyabiliyorum ama Sherlock' un beyni de kimsede yok hani  :) Ayrıca da diğer insanları ''aptal'' diye nitelendirecek kadar kendine güvenen bir insan. Öyle ki ''kanunun diğer tarafında olsaydım en başarı suçlu ben olurdum'' diyerek te kendisini övmeyi sevdiği zamanları da olur. Çevresinde fazla arkadaşının olmaması da buna bağlıdır bence. Suç kültürüne bu kadar takıntılı biriyle birarada olmak istemiyor insanlar.(Vallaha ben isterim.) Onun bu yönü büyük davalarda beraber çalıştığı Scotland Yard ile zaman zaman bir rekabet içine girmesine de yol açar. Hatta Holmes bazı Scotland Yard müfettişlerinin hayalgücünden yoksun olduklarını ve bu yüzden de önemli ayrıntıları kaçırdıklarını belirtmiştir. Bana kalırsa insanlar onu anlayamıyor. Ve de anlayamadıkları için de ondan ya nefret ediyorlar ya da uzak duruyorlar. Özellikle davalardan oldukça zevk alması çevresindekileri çılgına çeviriyor. Dava ne kadar büyükse o, o kadar zevk alır. Dava ne kadar vahşi olursa olsun... Ölülere üzülmenin onun işine asla yardım sağlamayacağını savunur. İşte bu sebepler yüzünden Holmes' e ucube bile denir. Ama sevgili Holmes' ün de onlara hiç ihtiyacı yoktur zaten. Evet, onun arkadaşları yok ama bir tane dostu var: John Watson. Kızıl Soruşturma' dan beri biraradalar. Bazen Watson' a Holmes' ün çıkarımlarından sıkıntı gelse de aralarından su sızmaz. Okuduğum bir hikayede ikisi sessiz bir şekilde Baker Street' teki evlerinin salonunda otururken Holmes aniden Watson' ın o sessizlikte aklından neler geçirdiğini herşeyiyle doğru tahmin eder ve bunun üzerine Watson çok büyük bir şaşkınlık içinde kalır. Watson' ın böyle durumlarda Holmes' a verdiği tepkiler çok hoştur benim için. Holmes, bir davayı çözmeden önce Watson'a ''askerlikten kalma silahını al'' diyorsa o dava onlar için büyük, tehlikeli ve de zorlu, biz okuyucular içinse bir o kadar keyifli olacak demektir. Kısacası Holmes-Watson ilişkilerini ve diyaloglarını her zaman sevmişimdir. Ama daha sonraları Watson' ın evlediği zaman Baker Street' ten taşınıp karısıyla yaşamaya başlaması ve Sherlock Holmes' ün yalnız kalması beni oldukça üzmüştü. Zaten Sherlock hiç belli etmese de içinde her zaman bir üzüntü vardır tek dostunun taşınmasıyla ilgili. Her sabah uyandıktan sonraki o keyifli kahvaltılarında artık yalnız başınadır. Davaları dışında pek fazla dışarı çıkmayan Holmes' ün ev arkadaşı gitmiştir artık. Watson taşındıktan sonra Holmes davalarına daha çok kendi devam eder. Bazen birbirlerinden hiç haber alamazlar. Uzun süre görüşemezler. Ama Holmes' ün bir akşam saati Watson' ın tam içi geçerken çatkapı gelmeleri de vardır. Holmes ona davayı anlatır böylece Watson' ın uykusu açılır. Davayı anlattıktan sonra '' bu davayı mutlaka görmelisin'' diyerek Watson' ı meraklandırır. Watson' da zaten o davayı kaçırmaması gerektiğini düşünüyordur o esnada. Ve karısına onu beklememesini söyleyerek eski günlerdeki gibi yeniden çözülememiş olayları aydınlatmaya giderler azizi Holmes ile. Günümüzde her kurmaca karaktere yapıldığı gibi Holmes' e de eşcinsel etiketi yapıştırılmaya çalışılsa da o kesinlikle eşcinsel değildir. Watson ile aralarındaki büyük bir dostluktur sadece. Bu eşcinsel yargısı, Holmes' ün kadınlara olan ilgisizliğinden de kaynaklanıyor olabilir elbette. Tek bir kadın dışında hiçbir kadın onu etkilemeyi başaramaz. Erkeklere hiç bir şekilde ilgi duymadığı gibi kadınlara da ilgi duymaz. Çünkü o bütün duygulardan kendini arındırmıştır. Aşk onun için sadece bir dezavantajdır. Mantıklı düşünmeye engel olabilecek, tehlikeli bir duygudur. Öyleki, Watson zaman zaman Holmes' ün bir makine olduğunu düşünür. O kadar dava, o kadar kadın... Ama Holmes bu konuda hep aynıdır. Ta ki ''onu yenen'', ''o kadın'' Irene Adler ile tanışana dek. Holmes her ne kadar aynı kalmaya çalışsa da onu görünce ''insan'' olmaya başlar. Hem zekasına hem de kendisine hayrandır. Onu yenen tek kadın olması da Holmes' te ona karşı bir takıntı yaratır. Nitekim, Holmes, Irene Adler' e yenildikten sonra kadınlara karşı daha temkinli olmaya başlar. Çünkü bu yenilgi onun kadınların zekasını daha fazla önemsemesine yol açar. Kadınların hissiyatlarını ve tahminlerini davalarında göz önünde bulundurmayı tavsiye eder hatta. Ve de her kurmaca karakterin sahip olduğu gibi dostumuz Sherlock Holmes' ün de ezeli bir düşmanı vardır: Matematik profesörü James(Jim) Moriarty. Tam anlamıyla Holmes' ün bir simetriğidir. Holmes ''kanunun öteki tarafında olsaydım.....'' demişti ya. İşte Moriarty, Holmes' ün kanunun öteki tarafındaki hali. ''Son Vaka'' adlı hikayede Moriarty' nin aniden Holmes' in evine çıkıp gelmesi ve de birbirlerine zekalarını kullanarak bir anlamda ''laf sokmaları'' muhteşemdir. Sherlock Holmes, Moriarty' e ''Suçun Napolyonu'' lakabını takmıştır. Ona göre Moriarty, kocaman bir örümcek ağının tam ortasındaki örümcektir. Kitaplarda da, dizide de, filmlerde de bu ikilinin düşmanlığı çok iyi işlenmiştir. Özellikle Sherlock Holmes: Gölge Oyunları filmindeki o satranç sahnesi inanılmazdır. Dizide ise ilk sezon finalinde havuz başında karşılaşmaları ve ikinci sezon finalinde çatıdaki o sahne gerçekten ''anlatılmaz yaşanır'' hissi veriyor seyirciye. Moriarty her anlamda o kadar güçlüdür ki, Holmes onu yendiği zaman emekliliğe ayrılacağını belirtmiştir. Çünkü bu karşılaştığı davaların en ama en büyüdür. Bundan sonraki hiçbir davanın artık ona zevk veremeyeceğini düşünür. Moriarty' i yendiği zaman başta İngiltere' nin olmak üzere bütün dünyanın kaderinin de değişeceğini belirtir. Moriarty' i yenmesi kendi sonunu da hazırlar bir anlamda. Değinmemiz gereken bir kişi daha kaldı. Bu kişi Sherlock Holmes' ün bilinen tek akrabası yani ağabeyi Mycroft Holmes' tur. Watson, Mycroft' un varlığını duyunca çok şaşırmıştır. Çünkü daha önceleri Sherlock' a ailesi ile ilgili sorular sormuş ve de hiç cevap alamamıştır. Beklenmedik bir şekilde onun bir ağabeyi olduğunu öğrendiği anı okuması çok keyiflidir benim için. Bu karaktere değinelim biraz. Mycroft çoğunlukla kendisi gibi olanların bulunduğu Diyojen Kulübünde zaman geçiren bir beyefendidir. Sherlock onun her zaman kendisinden daha iyi çıkarım yapabildiğini söyler. Mycroft, tümdengelim yöntemini ondan daha iyi kullanabilir. Ama ne var ki fazla hareket etmeyi seven bir tip değildir. Dava olduğu zaman Sherlock sahada her zaman aktiftir ve inanılmaz bir enerjiye sahip olur ama Mycroft ise her zaman aynı olan bir insandır. Hiçbir dava onu hareketlendiremez. Enerji yoksunluğuna her daim sahiptir. Bazı durumlarda Sherlock ipuçlarını ve ayrıntıları bireştirebildiği kadar birleştirerek ona görütür ve Mycroft oturduğu yerden ona yardımcı olur. Ancak dizide Mycroft-Sherlock ilişkisi daha farklıdır. Ama yine de çok güzeldir. Dizide aralarında bir gerilim, bir rekabet vardır. Mycroft' un Britanya hükümetindeki konumu dizide daha fazla ön plandadır ve o konumda olması Sherlock'a daha fazla yardımcı olur. Dizide Mycroft kendini kardeşinin annesi gibi de görür. 
            Sherlock Holmes, televizyon dizileri ve filmlerinde, sinema, tiyatro ve radyoda bir çok kez çok ünlü oyuncular tarafından canlandırılmıştır. Bunlardan en ünlüleri Michael Caine, Roger Moore(3. James Bond), Tom Baker (Doctor Who' un 4. doktoru), Rober Downey Jr., Peter Cushing, John Cleese (Harry Potter' ın Neredeyse Kafasız Nick'i), Charlton Heston, Rupert Everett, Jeremy Brett, Christopher Lee (eski Dracula, Yüzüklerin Efendisi' nin Saruman' ı ve Star Wars'ın Kont Dooku' su), Leonard Nimoy (Uzay Yolu-Mr. Spock), Peter O' Toole, Benedict Cumberbatch ve Frank Langella' dır. Bu canlandırmaların en çok akılda kalanları ve en başarılıları Jeremy Brett, Robert Downey Jr. ve Benedict Cumberbatch' tir. Jeremy Brett' in Holmes' ünü izlemediğim için bir şey diyemeyeceğim ama o rolü oynadığı dönemlerde eleştirmenler tarafından en başarılı Holmes olarak ilan edilmiş. Robert Downey Jr.' ın oynadığı iki filmi de sinemada gördüm ve filmleri genel olarak çok başarılı bulduğum gibi Downey Jr' ın da Holmes yorumuna hayran kaldım. Kitaplardakinden daha fazla afyon çekmiş bir Holmes onunki ama izlemesi oldukça zevkli. Ayrıca senaryoya bağlı olarak her zamankinden çok daha fazla dövüşen bir Holmes var karşımızda. Ama bu dövüş sekansları Holmes' e çok uygun şekilde yapılmış. Adama saldırmadan önce ağır çekimde ilerleyen o saldırı planlaması ve saldırı anındaki o hızlı çekim bence kusursuz. Umarım aynı kalitede bir üçüncü film izleriz. Benedict Cumberbatch ise (tabii senaryoya da bağlı olarak) kitaplara daha fazla sadık kalmış. (Hal ve tavırları bana hep kitaptaki Holmes' ü hatırlatıyor.) O kalın sesiyle ve modern kostümüyle inanılmaz bir Sherlock Holmes portresi ortaya koymuş. Açıkçası ben Cumberbatch' i Downey' e göre daha başarılı buluyorum. Çünkü Cumberbatch, Downey' nin oynadığı Holmes serisi oldukça popüler bir şekilde devam ederken bu role büründü. Herkesin kafasındaki Holmes, Robert Downey Jr. iken Benedict Cumberbatch' in bu rolü seçimi oldukça riskliydi. Ama Benedict öyle bir portre yarattı ki herkes hayran kaldı. Her ne kadar iki oyuncunun yarattıkları Holmes portreleri oldukça kendilerine özgü olsa da benim için Benedict bir adım önde. 
            Biraz da müziklere değinmek istiyorum. Sherlock Holmes (2009) ve Sherlock Holmes: Gölge Oyunları (2011)' nın müzikleri büyük üstad Hans Zimmer tarafından bestelenmiştir. Olağanüstü bir soundtrack albümü hazırlayan Zimmer unutulmaz müziklerine bu albümle yenilerini eklemiştir. Özellikle ilk filmde harikalar yaratan Zimmer' ın bu seri için yaptığı albümden en sevdiğim parçalar: Discombobulate, Catatonic ve Rocky Road To Dublin' dir. Discombobulate bir anlamda serinin tema müziğidir. İki buçuk dakikalık bu parça insanı filmin havasına hemen sokuyor. Catatonic' e de bir şeyler demek lazım şimdi çünkü o da muhteşem. 6:46' lık parça çok güzel bir giriş yapıyor. Ortalara doğru müzik biraz düşüyor ama sonunda öyle bir patlıyor ki insanın kanını kaynatıyor. Holmes' ün çalabildiği bir müzik aleti olan keman bu parçanın sonunda coşuyor ve inanılmaz sesler meydana getiriyor. İlk filmin albümü Akademi tarafından da sevilmiş olacak ki Oscar' a aday yapmışlardı albümü. 2010 senesinde başlayan BBC dizisi Sherlock' un müzikleri ise son beş Bond filminin (Skyfall ile altı olacak) soundtrack albümünün ve de 2012 Londra Olimpiyatları Açılış Töreni' nin müziklerinin bestecisi ve İngiltere' nin en ünlü müzisyenlerinden biri olan David Arnold ile Michael Price' a ait. Dizinin jenerik müziği oldukça özgün ve de harika. Dizinin çoğu yerinde ama ilk bölümde daha fazla çalan tema müziği de dizinin modern yapısıyla, kitaplardaki Holmes' ün ait olduğu dönemin havasını çok iyi birleştiriyor. Keman bu müziklerde de ön planda. Ayrıca 2. sezon 1. bölümde Irene Adler ile Sherlock Holmes' ün birarada oldukları sahnelerin müzikleri olağanüstü. The Woman adlı parça bölümün finalinde inanılmaz güzel duruyor. Dizinin müziklerinde değinmek istediğim bir nokta daha var. O da Moriarty' nin telefon müziği. İlk sezonun finalini büyük bir gerilimle kapatırken 2. sezonun en başına bu telefon müziği damga vuruyor. Çalan şarkı ise Bee Gees - Stayin' Alive. Bence mükemmel bir fikir...
       1887 senesinden bu yana bir çok okuyucu ve de izleyici eskiten Sherlock Holmes' un kendisi hiç ama hiç eskimedi. Ta o yıllarda yazılmış bir dedektiflik macerası günümüzde hala büyük bir zevk ve heyecan ile okunabiliyorsa bu tartışmasız çok büyük bir başarıdır. Dikkat edersiniz ki ''dedektiflik macerası'' dedim. Bir çok klasik roman var elbette hala günümüzde ama dedektiflik öyküleri uzun yıllar içinde etkileyiciliğini ve de okuyucuya verdiği heyecanı en kolay kaybedebilen eserlerdir. Artık günümüzde polisiye anlamında fazlaca gelişmiş ve yine fazlaca şaşırtan kitaplar ve filmler ortaya konuyor. Bu yüzden haliyle eskiden yazılmış bu öyküler inandırıcılığını yitirebildiği gibi önceden sonunu da belli etmeye başlıyor günümüz tecrübeli okuyucularına. Ama Sir Arthur Conan Doyle' ın fenomen karakterinin maceraları böyle değil. Onun yazdığı öyküler kesinlikle çağının çok ötesinde. Bu oldukça esrarengiz vakaların Watson' ın ağzından yazılması ise ayrı bir güzel. Vakaları okurken hep şunu düşünmüşümdür zaten. Dr. Watson hikayelerde biz normal insanları temsil ediyor. Bir durum karşısında, bizim o durumda olmamız halinde verebileceğimiz tepkileri veriyor. Holmes' ün ilginçliklerine onunla beraber şaşırıyor, tehlike içindeyken onula birlikte korkuyoruz. İşte Doyle bu vakaları Watson' ın ağzından yazarak okuyucunun anlatıcı ile bütünleşmesini çok başarılı bir şekilde sağlamış. Anlatıcının bizden biri olduğunu bilmek oldukça güzel bir duygu. Son Vaka adlı öyküde yazar Doyle tarafından öldürülen Sherlock Holmes daha sonra yoğun istek üzerine yine Doyle tarafından diriltildi. İyiki de diriltişmiş ve de maceraları devam etmiş. Günümüzde bile bir çok karakterin yaratılış sürecinde yaratıcılara ilham vermektedir. Mesela, House M.D. dizisinin başkarakteri Doktor Gregory House Sherlock Holmes' ten ilham alınarak oluşturulmuştur. Dr. House' ın hal, tavır, hareket ve insanlarla ilişkisi Holmes ile büyük benzerlik taşır. Yine bu efsane 1939 senesinde başka bir efsaneye ilham vermiştir. Kime mi? İşte cevap: Batman. Dracula ve Zorro' nun yanısıra Holmes' ten de oldukça etkilenmiş bir karakterdir Batman.Dc Comics evreninin en iyi dedektifi Batman' dir. Bir suçlunun peşine düştüğü zaman ilk önce kanıtları toplar. Sahip olduğu üstün teknoloji sayesinde de bu kanıtları yakından inceler ve birleştirir. Suçlunun geçmişi, niçin bu yolu seçtiği ve definal için ne planladığı böylece ortaya çıkar. Ünlü düşmanı Ra's Al Ghul, zaten ona Dedektif diye seslenmektedir. Catwoman' ı her zaman Batman' in Irene Adler' i olarak görmüşümdür. Catwoman ve Adler arasında büyük benzerlikler var. En basitinden hem Sherlock ve Adler hem de Batman ve Catwoman arasında her zaman bir erotik gerilim olmuştur. Ayrıca Batman' in kadınlara olan ilgisizliği de bana hep Holmes' ü hatırlatmıştır.(Bruce Wayne demiyorum, Batman diyorum.). Evet arkadaşlar, daha fazla Batman efsanesine de kendimizi kaptırmadan ve de Batman' i de ilerde başka bir yazıda inceleme sözü vererek yazıyı bitirmek istiyorum. Sherlock Holmes gibi bir fenomene bu yazıdan çok daha fazlası gerekir elbette ama bu da umarım hoşunuza gitmiştir.

NOT: Bu yazı için harika resimler planlamıştım ama bilgisayarım sorun çıkardı. Resim koyduğum zaman yazılarda problem olmaya başladı. Sadece en baştaki resimi koyabildim. Umarım yazı keyiflidir de resimlerin yokluğunu biraz da olsa hissetmezsiniz.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bu "The Batman" Bir Başka

Doğu Ekspresinde Cinayet / Murder on the Orient Express (2017) Eleştirisi