Mission: Impossible (1996)


Dünyada olduğu gibi ülkemizde de popülerliği olan Mission: Impossible (Görevimiz Tehlike), izlemek için bir türlü fırsat yaratma becerisi gösteremediğim bir seri olarak kaldı yıllarca. Ama Lalo Schifrin'in akıllardan çıkmayan müziği başta olmak üzere franchise'ın popüler kültürdeki uzantılarından ve ilham verdiği eserlerden ben de nasibimi aldım bu süreçte. "Leverage" en güçlü ilhamı alan işlerden bir tanesiydi. Beş sezon boyunca kendini keyifle seyrettiren bir televizyon dizisi olarak güzel anılar bırakmakla kalmayıp işin kökenine inmem için içimdeki fitili ilk o ateşledi. Mission: Impossible'ın yaratıcısı Bruce Geller'ın esin kaynağına yani 1964 yapımı "Topkapı"ya yöneldim önce. Peter Ustinov, Maximilian Schell ve Melina Mercouri gibi isimlerin yer aldığı İstanbul'da geçen film, renkli hikayesi ve bilhassa yürekleri ağızlara getiren soygun sahnesiyle beğenimi kazandı. Gel zaman git zaman, 1966 - 1973 arası yayınlanan orijinal diziye de şöyle bir göz atma imkanı buldum. Bütün bölümleri izlemedim belki ama Leonard Nimoy'un yer aldığı hikayeler ağırlıklı olmak üzere hatırı sayılır miktarda klasik Görevimiz Tehlike'ye maruz bıraktım kendimi. Böylece artık işin beyaz perde kısmına geçmeye hak kazandığımı düşündüm. 

Serinin Brian De Palma imzalı birinci halkası, Hollywood'un Görevimiz Tehlike'yi sinemaya ilk taşıma girişimi değil. 1984 yılında "Mission Impossible -  The Movie: Good Morning, Mr Phelps" isimli bir projede dizi kadrosu yeniden bir araya getirilmek istenmiş ancak bu düşünce bütçesel sebeplerden ötürü sonuçsuz kalmış. Aradan geçen yılları göz önünde bulundurunca anca 1996'da gelen filmin yeni bir ekiple yola çıkmayı tercih etmesi son derece kabul edilebilir bir durum. Ama aynı zamanda ekibin lideri Jim Phelps'i muhafaza ederek diziyle arasındaki bağları koparmak istemeyen bir yapım karşımızdaki. 


Klasik dizide Rollin Hand'e hayat veren usta aktör merhum Martin Landau, filmin gerçek Mission: Impossible ruhuna aykırı olduğunu söylese de bence hikaye orijinal seriye belli oranda sahip çıkıyor. Özellikle filmin açılış sahnesi bu açıdan hoş bir saygı duruşu olmuş. Ekip Prag görevinde dağılana kadar da bu ruh korunuyor. Bir süre sonra ise iş, hedefi tongaya düşürme rutininden çıkıp bir ajanın kendi adını temizleme öyküsüne dönüşüyor. Bu kısımlarda kılık değiştirme ve birileri fark etmeden gizli yerlere girip çıkma gibi dizinin alametifarikalarından yararlanılması bir Görevimiz Tehlike macerası izlediğimizi unutmamamızı sağlıyor. Bu noktada Ethan Hunt'ın yeni kurduğu ekiple CIA'den ajan bilgilerini çalıp kaçtığı sekanstan bahsetmek gerek. Serinin ruhuna yakıştığı gibi filmin de en güzel sahnesi. Dahası iple adam sarkıtma numarasıyla "Topkapı"ya hoş bir selam gönderilmiş.

Diziyle olan benzerliklerden devam edersek sık sık kılık değiştirerek hedefle yakın temasta bulunan Rollin Hand (Martin Landau) ve Paris (Leonard Nimoy)'in işlevi bu kez Tom Cruise'un Ethan Hunt'ına verilmiş. Böyle özelliklere sahip bir karakteri bu kez kimsenin güvenilir olmadığı bir öyküde iki taraflı oynarken izlemek gerçekten keyifli. Ama işin içine bir miktar James Bond'luk da katılmış. Bu hamlenin, Hunt'ı bir parça tipik aksiyon sineması kahramanı boyutuna çektiği söylenebilir. Mesela final sahnesinde tünelde geçen helikopter - tren kovalamacası klasik Görevimiz Tehlike için fazla cafcaflı, abartılı duruyor.  


Orijinal serinin en belirgin özelliklerinden olan sürükleyici anlatım filmde de gözardı edilmemiş. Ancak senaryo zaman zaman dizinin yaptığı hataya düşerek bazı olayları oldu bittiye getiriyor. Bu yöntem yıllar önce 45 dakikalık hikayelerde inandırıcılıktan uzak durumları örtbas etmede işe yaramış olabilir ama modern sinemada iki saatlik bir filmde rahatsız edici sorunlar yaratabiliyor. Mesela dizi, tarzı gereği daha çok görevlere odaklandığı için olayların öncesi ve sonrasını kafaya takmayan bir tutum içindeydi. Bu sebeple bazen kötü adamların motivasyonlarında ve olayların çözümünde havada kalan yerler olabiliyordu. İşte filmimizin en büyük sıkıntısı da kötü adama geçerli bir motivasyon verememekte yatıyor. Kaldı ki bu kötü adam yılların Impossible Missions Force lideri Jim Phelps (Jon Voight) olunca problem daha da büyüyor. O zamana dek çekilen iki Görevimiz Tehlike dizisinde değişmeyen tek isim olan Phelps'e yapılan bu yanlış, klasik seri hayranları için hakaret sayılabilecek bir durum. Senelerce karaktere hayat veren Peter Graves'in bu olumsuz değişim yüzünden rolü reddettiğini de belirtelim. Ekibe sonradan katılan yan karakterler Franz Krieger (Jean Reno) ve Luther Stickell (Ving Rhames)'in de iyi anlatılmadıklarını düşünüyorum. Hunt'ın sorgulamadan onları plana dahil etme süreci filmin zayıf taraflarından.

Müziklere ayrı bir parantez açmak gerekirse Danny Elfman'ın notaları dizideki formülü takip ederek tempoyu ayakta tutmayı başarıyor. Sadece serinin o bilindik tema müziğini değil plot melodisini de filme dahil etmesi eski hayranlar için son derece hoş bir detay. 

Sonuç olarak; Mission: Impossible (Görevimiz Tehlike), dizinin başarılı unsurlarını alıp modern sinema üslubuyla harmanlamaya çalışan ve Soğuk Savaş'ın sona ermesiyle birlikte tarafların değiştiği yeni dünya düzenini kendi gözünden yorumlamak isteyen sürprizli bir film. Sevapları olduğu gibi günahları da var. Hangi tarafın ağır basacağı ise seyircinin beklentisine kalmış.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir Sherlock Holmes İncelemesi

Bu "The Batman" Bir Başka

Doğu Ekspresinde Cinayet / Murder on the Orient Express (2017) Eleştirisi