The Patriot (Vatansever) Eleştirisi

        Geçen gün 2000 yılı yapımı The Patriot (Vatansever)' ı izledim. Daha önce çok izlemek istediğim bir filmdi zaten. Özellikle çok sevdiğim bir oyuncu olan merhum Heath Ledger' ın bu filmde yer alması bu isteğimi daha da arttırıyordu. D&R' da DVD' sini görmüştüm ama alamamıştım. Neyse ki geçen akşam televizyonda izleyebildim. Dönem filmlerini çok seven biri olarak filmin geçtiği dönemin atmosferine çok önem veririm. Çünkü atmosfer ne kadar iyi yaratılmışsa seyirci de o kadar kolay filmin içine girer, kendini oraya ait hisseder. The Patriot bunu fazlasıyla başarabilen bir film. Kostümler ve dekorlar gerçekten çok iyiydi. Savaş sahneleri özellikle çok çarpıcı, gerçekçi ve de muhteşemdi. Özellikle topun adamın kafasını kopardığı sahne çok başarılıydı. Filmin senaryosunu genel olarak iyi buldum ama bazı yerlerde de ufak sorunlar vardı. Senaryo yer yer oldukça dokunaklı, yer yer de komik sahneler sahipti. Bu sahneler kendi içinde iyiydi ancak bu dokunaklı ve komik sahneler arasında bir denge problemi vardı. Senaryonun temelinde bir baba-çocuk hikayesinin yattığı da söylenebilir aslında. Bu aile ilişkileri sağlam bir şekilde işlenmiş. Ayrıca senaryonun bence en başarılı şekilde dokunduğu kısımsa geçmişteki günahların birer bedeli olduğu ve de bedelinin ağır olduğunu anlatan bölümler. Bu benim daha önce de kafamda varolan bir düşünce olduğu için bana yeni bir şey olarak gelmiyor ama buna rağmen film bunu etkileyici kılıyor. Belki bu düşünceye sahip olmayanlara bile geçmişteki günahların birgün bedelinin olacağı fikrini aşılar. İnsanlar bunu gerektiği gibi anlasaydı zaten dünya çok daha iyi bir yer olurdu. Filmlerdeki mesajları gerçekten anlamak çok önemli. Günümüzde insanlar filmleri boş boş izleyip, düşüncelere ve mesajlara gerektiği kadar önem vermiyorlar. Filmdeki o şeyleri anlasalar bile onların gerçek hayatlarında hiçbir olumlu etkisi olmuyor ve bu anlama işi de boşa gitmiş oluyor bana kalırsa. Neyse konuyu fazla dağıtmadan devam edelim.
   
        Filmde birçok iyi ve ünlü oyuncu vardı: Mel Gibson, Heath Ledger, Jason Isaacs, Chris Cooper ve Tom Wilkinson... Mel Gibson filmde baba profilini başarılı bir şekilde çizmiş. Hele o malum dokunaklı sahnelerde bakışlarıyla insanın içinden bir şeyler alıp götürüyor adeta. Ve Heath Ledger' a gelelim. Gerçekten de izlemesi çok ama çok keyifli bir oyuncu. Oldukça genç bir yaşta (28) aramızdan ayrılan, kariyerinin daha ortasına bile gelememiş bu oyuncunun ölümü yüzünden mi böyle düşünüyorum emin değilim ama oynadığı her karaktere ve de filme apayrı bir hava katabilen bir oyuncu bence Heath Ledger. Oynadığı her filmde harikalar yaratıyor. Çok fazla uzun olmayan (olamayan) filmografisi oldukça başarılı filmlerle dolu. 10 Things I Hate About You' da ki performansını kim unutabilir? Özellikle de Can't Take My Eyes Off You isimli unutulmaz şarkıyı söylediği o inanılmaz keyifli sahne... Bu satırları yazarken bile içim bir kötü oluyor. Sinema dünyasının bu büyük yeteneği erken kaybetmesi çok acı. Daha nice kaliteli performanslar sergileyebilirdi. Ama içimi avutan bir şey var. O da kariyerine bir başyapıt sığdırabilmiş olması: The Dark Knight. Şu sıralar ergenlerin elinde oyuncak olan The Dark Knight' ın Joker' ini bu kadar başarılı ve derinlikli olarak canlandırması beni bir nebze de olsun avutuyor. Öyle ki sinema tarihinin en unutulmaz kötü karakterleri listesinin tepesine adını altın harflerle yazıyor bence. Belki abarttığımı düşünebilirsiniz ama bana göre son zamanların en iyi oyunculuğuydu onun ki. Ölümünden 8 sene önce oynadığı The Patriot' da da oldukça başarılı. Mel Gibson ile aralarındaki kimya iyi tutuyor.

Artık çoğu kişinin Harry Potter' ın Lucius Malfoy' u olarak bildiği Jason Isaacs ise filmin kötü (hem de ne kötü) adamı rolünde. Isaacs zaten kötü adam rollerine yakışan bir oyuncu. Burada da psikopatlığını göstermiş. Başında komutanı (veya her neyse işte) olmadığı zaman son derece acımasız ve de dik başlıyken, komutanının (Tom Wilkinson) yanında bu özellikleri biraz daha duruluyor. Çünkü İngilterenin çıkarlarını da göz önünde bulundurmak zorunda kalıyor onun yanında. Ama film ilerledikçe her iki durumda da ne kadar tehlikeli ve de akıllı biri olduğunu anlıyoruz. Chris Cooper ise başkarakterin askerlikten eski arkadaşı rolünde. Nedense bu oyuncuya ayrı bir sempatim var. Kendisini ilk 2007 yapımı Breach' te izlemiştim. O zamandan beri kendisi favorilerim arasında. Kendisi ülkemizde çok tanınmasa da filmografisinde çok önemli ve de benim çok sevdiğim filmler yer almakta.
        Filmin müzikleri ise usta besteci John Williams' a ait. John Williams' a değinmek demek yepyeni bir yazı demek benim için. İnanılmaz bir kariyere sahip. 46 defa Oscar Oscar adaylığı bulunuyor. Bu adaylıklardan beşinde heykelciği eve götürüyor. Ki bence hakkının yendiği senelerde mevcut. Filme ait çok özgün besteler olmasada soundtrack albümü yine de başarılı. Aslında The Patriot genel olarak böyle işte. Bir başyapıt değil ama keyifli ve de kaliteli bir film. Adı gibi milliyetçi olmaktan da çekinmeyen bir film. Tarihi filmlerden ya da savaş filmlerinden hoşlanıyorsanız sakın kaçırmayın derim. Herkese de tavsiye ederim...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bu "The Batman" Bir Başka

Bir Sherlock Holmes İncelemesi

Mission: Impossible III (2006)