Suicide Squad (2016) Eleştirisi
Yılın en çok beklenen filmlerinden biri olan Suicide Squad nihayet vizyona girdi. Yeni yeni yeşeren DC Films'in Man of Steel ve Batman v Superman: Dawn of Justice'ten sonraki üçüncü projesi olan yapım, çeşitli DC Comics kötülerini toplu halde izleyici karşısına çıkartıyor.
Spoiler içermektedir...
Modern versiyonu 1987 yılında John Ostrander tarafından yaratılan Suicide Squad'ın, zaman zaman bünyesindeki karakterler değişse de amacı hiç değişmedi. Devlet tarafından kontrol edilen bir grup azılı suçludan oluşan bir ekip bu. Ve bu ekibin üyeleri, genellikle DC Comics evreninde biraz daha arka planda kalan kötüler sınıfına koyabileceğimiz karakterler. Bu sebeple DC sinema evreninin başlangıç aşamasında böylesi bir yapımın çeşitli dezavantajları olduğu söylenebilir. Karakterlerimizin çoğu, ekip yaratılana dek farklı dergilerde farklı kahramanların karşısında okuyucu ile buluşuyorlardı. Yani okuyucunun bir şekilde tanıdığı, bildiği karakterlerdi. Suicide Squad'ın asıl ilgi çeken yanı da bu kötülerin aynı ekipte bir araya getirilmesiydi. Ancak sinema evreni yeni kurulduğu için bu karakterler, çizgi romana uzak izleyiciler tarafından pek bilinmiyorlar. DC Films öncesi filmlerde de karşımıza hiç çıkmadılar. Bu da karakterlerin tek bir filmde tanıtılması gibi zorluğu beraberinde getiriyor. Ve "farklı maceralarda yer alan kötüler bu kez bir araya geliyor" tadı da yok oluyor böylece. Bu sorunsala DC Comics evreninde daha beyaz perde yüzü görmemiş pek çok ana karakter varken de böylesi bir filmin tercih edilmesi de eklenebilir.
Modern versiyonu 1987 yılında John Ostrander tarafından yaratılan Suicide Squad'ın, zaman zaman bünyesindeki karakterler değişse de amacı hiç değişmedi. Devlet tarafından kontrol edilen bir grup azılı suçludan oluşan bir ekip bu. Ve bu ekibin üyeleri, genellikle DC Comics evreninde biraz daha arka planda kalan kötüler sınıfına koyabileceğimiz karakterler. Bu sebeple DC sinema evreninin başlangıç aşamasında böylesi bir yapımın çeşitli dezavantajları olduğu söylenebilir. Karakterlerimizin çoğu, ekip yaratılana dek farklı dergilerde farklı kahramanların karşısında okuyucu ile buluşuyorlardı. Yani okuyucunun bir şekilde tanıdığı, bildiği karakterlerdi. Suicide Squad'ın asıl ilgi çeken yanı da bu kötülerin aynı ekipte bir araya getirilmesiydi. Ancak sinema evreni yeni kurulduğu için bu karakterler, çizgi romana uzak izleyiciler tarafından pek bilinmiyorlar. DC Films öncesi filmlerde de karşımıza hiç çıkmadılar. Bu da karakterlerin tek bir filmde tanıtılması gibi zorluğu beraberinde getiriyor. Ve "farklı maceralarda yer alan kötüler bu kez bir araya geliyor" tadı da yok oluyor böylece. Bu sorunsala DC Comics evreninde daha beyaz perde yüzü görmemiş pek çok ana karakter varken de böylesi bir filmin tercih edilmesi de eklenebilir.
Ancak film konu itibariyle, sinema evreninin hali hazırda bulunan pozisyonuna göre başarılı bir kıvraklık göstermiş. Ve yukarıda açıkladığım olası probleme karşı iyi bir çözüm sunmuş. Batman v Superman'de ölü olarak bıraktığımız Superman üzerinden gerçekleşen filmin başındaki konuşmalar hem ekibin kurulma nedenini daha inandırıcı kılıyor hem de evrenin bir sonraki adımı olarak filmin yerini sağlamlaştırıyor. "Superman bizim değerlerimize sahipti. Peki ya bir sonraki Superman nasıl olacak?" şeklinde özetlenebilecek bu kısım durumu harika izah ediyor. Bu noktada Superman'in Batman v Superman'deki ölümünden sonra nihayet devletin onayını aldığını anlayabiliyoruz. Devletin anlayışına göre artık dünya savunmasız kaldı ve bunun için bir ekibe ihtiyaç var. Buraya kadar her şey güzel ama senaryonun bu ekibin üyelerini tanıtma gayretine bakarsak çeşitli sıkıntılar baş gösteriyor. Belirttiğim üzere fazla karakterli filmlerde daha önce o kişileri pek tanımıyorsanız filmin ayrı bir sorumluluğu bulunuyor. Aslına bakarsanız Suicide Squad'ın ciddi bir bölümü de bu uğraş içinde. Senaryo ilk yarı boyunca bu kötü adamları izleyiciye bayağı bir tanıtmaya çalışmış. Özellikle Guy Ritchie filmlerinde sıkça gördüğümüz, sahneyi dondurup karakter bilgilerini seyircinin üstüne yağdırma tekniği dikkat çekiyor burada. Her DC filminde böylesi anlatım farklılıkları görmek güzel. Marvel filmleri gibi anlatım tek tip ilerlemiyor. Ek olarak bu kısımların görsel açıdan doyurucu olduğunu söylemek gerek fakat karakterleri anlatmada yine de yeterli olmuyor. Amanda Waller, Deadshot ve Harley Quinn dışında karakterizayonlar zayıf. Ekibin kimyası çok iyi ama her ismin hakkı verilmemiş. Bilhassa Captain Boomerang bu konudaki en şanssız karakter. Filme sadece espri katsın diye konmuş gibi. Killer Croc da o keza. Oyuncular hakkında genel olarak konuşursak, rollerine bir hayli yakışan ve film boyunca harika bir iş çıkartan bu insanlar daha iyi bir senaryoyu hak ediyordu.
Karakterlerin arka planının yaratılma çabası yok değil ama bunlar senaryonun içinde öyle yerlere sokuşturulmuş ki film zaman zaman şişiyor. Hatta bir süre sonra Harley Quinn ve Joker flashback'lerinin zamanlaması da yersiz bir hale geliyor. Bence DC filmlerinin Man of Steel'dan bu yana en büyük problemi ritim sıkıntısı. Hikaye kurgusunu hala tam oturtmuş değiller. Sahneler hızlı gelişiyor ve anlatılmak istenen öyküler bir acele içinde kayboluyor. Şimdiye kadar izlediğimiz üç filmde de güçlü mesajlar mevcutken bu ritm problemi filmin anlamını bir hayli sekteye uğrattığı gibi karakter motivasyonlarını da olumsuz etkiliyor. Rick Flag ve June Moone/Enchantress arasındaki ilişki yine benzer sebeplerden ötürü filmin ana kötüsünü daha ciddiye almamıza yardımcı olmuyor. Ben kendi adıma sudan sebeplerle dünyayı yok etmek isteyen kötülerden çok sıkıldım artık. DC filmleri normalde bu hataya düşmez ve başarılı kötü adam portreleri çizerdi. Ama Suicide Squad'ın kötüsü Enchantress'ı önceki filmlerde karşımıza çıkan General Zod ve Lex Luthor'dan başarısız buldum. Zod'un Kripton'daki siyasi yenilgisinden gelen nefreti ve travmatik Luthor'un manipülatif özelliklerinden sonra Enchantress'ın görselliği dışında hiçbir dikkat çekici özelliği yok.
Joker'e ayrı bir parantez açmak gerekiyor sanırım bu yazıda. Filmi izlemeden önce süresinin bayağı az olduğunu duymuş ve üzülmüştüm açıkçası. Ancak filmi izleyince Joker'in süresini gayet yeterli buldum. Bence asıl sorun Joker'in süresi değil hikayedeki işlevsizliği. Duygusal olarak bakarsak Joker'i film boyunca Harley'nin peşinde görmek oldukça keyifliydi. Jared Leto da beklendiği üzere çok başarılı bir Joker performansı ortaya koymuş. Jack Nicholson ve Heath Ledger'ın unutulmaz oyunculuklarından sonra kendine has bir Joker yaratabilmiş. Ama Suçun Palyaço Prensi'nin ne yazık ki öyküye bir katkısı yok. Ara ara gözüküp biz hayranların ağzına bir parmak bal çalıyor sadece. Duygusal bakılmazsa harika bir Joker performansının israf edildiği söylenebilir. Bu arada son günlerde gelen haberlere göre Joker'in pek çok sahnesi de kesilmiş. Bu sahnelerin de filmin öyküsüyle pek alakası yoksa neden plansızca çekildiği ayrı bir tartışma konusu. Belki de çekimler bittikten sonra yeniden çekim aşamasına dönüldüğünde bazı radikal kararlar alındı bu konuda.
Kişisel olarak filmin en başarılı bulduğum sahneleri Batman'in olduğu bölümler. Deadshot'ın ve Harley Quinn'in nasıl yakalandığını gösteren bu sahnelerin seyir zevki kusursuz. Kızı sebebiyle Deadshot'ın teslim olduğu an, sanırım izleyiciye en çok dokunan yer. Aniden Batman'in o sokağa pelerinini açıp inişini de unutmayalım. Bunun yanında Batmobile takip sahnesi de çok iyi çekilmiş. Joker ve Harley'nin peşinden denize atlayan Kara Şövalye'nin açısından izlediğimiz su altı sahnesini bayağı beğendim. Ben Affleck, ne kadar harika bir Batman olduğunu şu kısa sahnelerde bile çok iyi belli ediyor ve her gözüktüğünde de filmin seyir zevkini artırıyor. Peki ya sürpriz mid-credits sahnesine ne demeli? İzlerken tüylerim diken diken oldu. DC sinema evreni kurulurken görmeyi en fazla dilediğim şeylerden bir tanesi Amanda Waller ve Batman diyaloglarıydı. Justice League çizgi dizisinde insanı mest eden, alttan alta gerilimin yükseldiği, restlerin çekildiği, hadlerin bildirildiği Batman-Waller sahnelerinde yaşadığım o duygunun birebir aynısını bu kez kanlı canlı versiyonlarını izlerken yaşadım. "Shut it down or my friends and I will do it for you." Çizgi dizideki benzer sahneler için buraya tıklayabilirsiniz. Görünen o ki Batsy sinema evreninde de 1-0 önde başladı.
Bir diğer güzel bulduğum şey ise filmin görselliği. Özellikle pek çok 3D yapımın vizyona girdiği günümüzde filmimiz bu konuda bir fark yaratıyor. Standart bir üç boyutlu filmden daha fazlası var karşımızda. Bu açıdan metro yıkım sahnesi favorim. Son dönemde bir hayli popüler hale gelen filmin şarkıları dışında Steven Price imzalı soundtrack albümü de oldukça güzel. Dinlemenizi tavsiye ederim.
Özetlersek, David Ayer'ın yazıp yönettiği Suicide Squad, birbiri ardına kurgulanmış video klip dizisi şeklinde geçen bir ilk yarı ve Die Hard tipi tek gecede olup biten türde bir aksiyon içeren ikinci yarı sunuyor izleyiciye. Evet, Suicide Squad'ın tarzı gereği yoğun bir film olmasını beklemek yanlış olur ama Batman sahneleri ve DC Comics hayranlarını mutlu edecek birkaç şey dışında pek akılda kalıcı sahnesi de yok. Son olarak Christopher Nolan'ın muazzam Kara Şövalye üçlemesinden sonra eleştirmenlerin DC filmlerinden daha iyi şeyler beklediğini anlamak zor değil. İnanıyorum ki bu ritim problemi çözüldüğünde DC Films'i kimse tutamayacak.
Yorumlar
Yorum Gönder