X-Men: Geçmiş Geleceği Döver
Not: Spoiler içerir.
14 sene önce başlayan yedi filmlik geniş bir seri X-Men. Ana üçleme (X-Men, X2 ve Last Stand), iki spin-off (X-Men Origins: Wolverine ve The Wolverine), bir reboot vari prequel (First Class), farklı yönetmenler ve sayısız mutant... Ancak bu çeşitliliğin ve yönetmen değişikliklerinin serideki filmlerin dokusunda ve lezzetinde farklılık yarattığı aşikar. İşte Days of Future Past bu noktada önem kazanıyor. Filmin en büyük misyonu tüm seriyi bir kalıba oturtarak şekle sokmak. Sadece ton olarak da değil filmler arası olaylardaki bazı açıkları mantık çerçevesine sığdırmak... Film tüm bunları yerine getirirken de öncelerindeki en sevilen unsurları bünyesinde barındırmaya dikkat ediyor.
Yönetmen Bryan Singer gelecekte geçen sahnelerde karakterlerle de bağlantılı olarak ana üçlemeye yakın bir tarz izlerken, 70'leri anlatan bölümlerde First Class'ın en büyük artılarından biri olan o nostaljik atmosferi korumayı başarmış. Mesela üçlemedeki filmler insan ırkı ve mutantlar arasındaki ilişkiyi odağına alan genel bir konuşma ile başlar, sonra da serinin epik tema müziği eşliğinde perdeye intro yansır. Days of Future Past'in açılışı da böyle. Yine filmin başındaki, Sentinellerle olan savaş da üçlemedeki aksiyon sahnelerinin ruhunu içeriyor.
Bu tarz sahneler üzerinden gidersek First Class ile Days of Future Past'in arasında da bağ var. İki filmin de finaline gergin bir durağanlık hakim. Magneto önceki filmde kendilerine atılan tüm füzeleri Amerikan ve Sovyet gemilerine doğrultmuştu hatırlarsanız. Xavier da onu durdurana kadar füzeler havada kalmıştı. Burada da Magneto Başkan ve adamlarını kendi tabancalarıyla tehdit ederken aynı gergin bekleyişle karşılaşıyoruz.
First Class'ın Soğuk Savaş rüzgarının çok sert estiği bir dönemde yaşanan Küba Füze Krizi'nin merkezine mutantları yerleştirmesi, seyirciyi 60'larda geçen bir hikaye izlediğine inandıran önemli bir unsurdu. Yine retro bir hava yaratmak maksadıyla Erik Lensheer'ın intikam aradığı sahneler James Bond misaliydi. Hatta end credits'i Dr. No'dan ilham alınarak yapılmıştı. Days of Future Past'in ele aldığı tarihsel konu ise Vietnam Savaşı sonrası imzalanacak olan barış antlaşması dönemi. Öncekinde olduğu gibi bu filmde de konu ve karakterler anlatılan gerçekliğin üstüne doğru ve güzel serpiştirilmiş. Okulun Vietnam Savaşı yüzünden kapanması ve böylelikle Xavier'ın iyice kendini salması olayların ve karakterlerin bu döneme başarıyla yedirildiğinin bir göstergesi. Retro bir hava katsın diye düşünülen 35mm'lik el kameralarından izlediğimiz sahneler de çok hoş.
Profesör X ile genç halinin karşı karşıya geldiği bölüm çok iyi yazılmış. Genç Xavier'in kendini yeniden bulma süreci inandırıcı. Filmdeki sevdiğim bir başka nokta da Mystique'in yaşadığı ikilemin başarıyla anlatılması. Çizilen portre Rebecca Rojmin ve Jennifer Lawrence'ın bir birleşimi adeta. Logan'ı adamantiuma teslim eden Stryker'a da yer verilmesi güzel bir detay. Beyazperdede ilk defa gördüğümüz mutantlardan biri olan Quicksilver ise filmin en iyi yanlarından bir tanesi. Finalde gözlerim deli gibi onu aradı. Hikayeye dahil olduktan kısa bir süre sonra çıkması senaryonun bir kusuru bana kalırsa.
İlk süperkahraman filmlerinde hikaye ve karakterler yeni kurulduğu için seyircide ana karakter ve çevresinin tam oturması ya da bir araya gelmesi gibi olağan beklentiler oluşur. Bu beklenti devam filmlerinde kendini "olmuşluk" hissine bırakır. Yani Peter Parker artık tam anlamıyla Spider-Man'dir ya da Batman ve Gordon dostluğu olgunluk dönemine ulaşmış, bir de kara şövalyenin yanına Robin gelmiştir. Ancak X-Men filmlerinde bu olgunluk şimdiye kadar hiç sağlanamadı. İkinci filmde "ha oldu ha olacak" derken Jean Grey öldü, üçüncü filmin başında da Cyclops gitti. Filmler kaliteliydi ama demek istediğim, X-Men ekibi bir türlü ana kadrosunu tam manasıyla toparlayamadı. Days of Future Past bunu başarmak adına büyük bir atılım yapıp geçmişi değiştiriyor. Hatta buna oyuncuları değiştirmeden yapılan bir reboot da denebilir. Ana üçlemesini hiçe sayıyor ve First Class'ta yaratılanlar üzerinden devam etme kararı alıyor. Yani bunu tek bir filmin bir üçlemeye karşı zaferi olarak sayabiliriz. Tamam her şey güzel, Cyclops döndü, Jean Grey döndü. İleride Gambit gibi büyük mutantların da gelmesiyle seri, yedi film sonra ancak oturacak. Ama üçlemede yaşanan olayların bayağı bir değişime uğraması biraz rahatsız etmiyor değil. Buna rağmen Wolverine'in değişen yeni X-Men evreninde uyanıp Kelsey Grammer'ı, Anna Paquin'i, James Marsden'ı ve Famke Janssen'i gördüğü final sahnesi tüyleri diken diken ediyor her türlü.
Filmin müzikleri X2'nin de notalarını yazan John Ottman'a ait. Ancak soundtrack albümünü pek başarılı bulmadım. X-Men'in tema müziği dışında hatırda kalan başka bir şey yok. Ama en baştaki meşhur 20th Century Fox girişindeki o saniyelik X-Men müziği seyirciyi hemen etkisi altına alıyor.
Özetlersek Days of Future Past'in hikaye anlatmadaki başarısı şimdiye kadar ki en sevdiğim X-Men filmi olan First Class'la eş değer. Ancak elindeki malzemeler, onları kullanım şekli ve üstlendiği misyon onu First Class'tan da X2'den de daha yükseğe taşıyor. Şimdiden X-Men: Apocalypse'i izleyeceğim günü iple çekiyorum. Hatta bu değişen tarihi Xavier kelleşene kadar anlatan yine James McAvoy, Michael Fassbender ve diğer genç oyunculara sahip bir film yaparlarsa harika olur.
14 sene önce başlayan yedi filmlik geniş bir seri X-Men. Ana üçleme (X-Men, X2 ve Last Stand), iki spin-off (X-Men Origins: Wolverine ve The Wolverine), bir reboot vari prequel (First Class), farklı yönetmenler ve sayısız mutant... Ancak bu çeşitliliğin ve yönetmen değişikliklerinin serideki filmlerin dokusunda ve lezzetinde farklılık yarattığı aşikar. İşte Days of Future Past bu noktada önem kazanıyor. Filmin en büyük misyonu tüm seriyi bir kalıba oturtarak şekle sokmak. Sadece ton olarak da değil filmler arası olaylardaki bazı açıkları mantık çerçevesine sığdırmak... Film tüm bunları yerine getirirken de öncelerindeki en sevilen unsurları bünyesinde barındırmaya dikkat ediyor.
Yönetmen Bryan Singer gelecekte geçen sahnelerde karakterlerle de bağlantılı olarak ana üçlemeye yakın bir tarz izlerken, 70'leri anlatan bölümlerde First Class'ın en büyük artılarından biri olan o nostaljik atmosferi korumayı başarmış. Mesela üçlemedeki filmler insan ırkı ve mutantlar arasındaki ilişkiyi odağına alan genel bir konuşma ile başlar, sonra da serinin epik tema müziği eşliğinde perdeye intro yansır. Days of Future Past'in açılışı da böyle. Yine filmin başındaki, Sentinellerle olan savaş da üçlemedeki aksiyon sahnelerinin ruhunu içeriyor.
Bu tarz sahneler üzerinden gidersek First Class ile Days of Future Past'in arasında da bağ var. İki filmin de finaline gergin bir durağanlık hakim. Magneto önceki filmde kendilerine atılan tüm füzeleri Amerikan ve Sovyet gemilerine doğrultmuştu hatırlarsanız. Xavier da onu durdurana kadar füzeler havada kalmıştı. Burada da Magneto Başkan ve adamlarını kendi tabancalarıyla tehdit ederken aynı gergin bekleyişle karşılaşıyoruz.
First Class'ın Soğuk Savaş rüzgarının çok sert estiği bir dönemde yaşanan Küba Füze Krizi'nin merkezine mutantları yerleştirmesi, seyirciyi 60'larda geçen bir hikaye izlediğine inandıran önemli bir unsurdu. Yine retro bir hava yaratmak maksadıyla Erik Lensheer'ın intikam aradığı sahneler James Bond misaliydi. Hatta end credits'i Dr. No'dan ilham alınarak yapılmıştı. Days of Future Past'in ele aldığı tarihsel konu ise Vietnam Savaşı sonrası imzalanacak olan barış antlaşması dönemi. Öncekinde olduğu gibi bu filmde de konu ve karakterler anlatılan gerçekliğin üstüne doğru ve güzel serpiştirilmiş. Okulun Vietnam Savaşı yüzünden kapanması ve böylelikle Xavier'ın iyice kendini salması olayların ve karakterlerin bu döneme başarıyla yedirildiğinin bir göstergesi. Retro bir hava katsın diye düşünülen 35mm'lik el kameralarından izlediğimiz sahneler de çok hoş.
Profesör X ile genç halinin karşı karşıya geldiği bölüm çok iyi yazılmış. Genç Xavier'in kendini yeniden bulma süreci inandırıcı. Filmdeki sevdiğim bir başka nokta da Mystique'in yaşadığı ikilemin başarıyla anlatılması. Çizilen portre Rebecca Rojmin ve Jennifer Lawrence'ın bir birleşimi adeta. Logan'ı adamantiuma teslim eden Stryker'a da yer verilmesi güzel bir detay. Beyazperdede ilk defa gördüğümüz mutantlardan biri olan Quicksilver ise filmin en iyi yanlarından bir tanesi. Finalde gözlerim deli gibi onu aradı. Hikayeye dahil olduktan kısa bir süre sonra çıkması senaryonun bir kusuru bana kalırsa.
İlk süperkahraman filmlerinde hikaye ve karakterler yeni kurulduğu için seyircide ana karakter ve çevresinin tam oturması ya da bir araya gelmesi gibi olağan beklentiler oluşur. Bu beklenti devam filmlerinde kendini "olmuşluk" hissine bırakır. Yani Peter Parker artık tam anlamıyla Spider-Man'dir ya da Batman ve Gordon dostluğu olgunluk dönemine ulaşmış, bir de kara şövalyenin yanına Robin gelmiştir. Ancak X-Men filmlerinde bu olgunluk şimdiye kadar hiç sağlanamadı. İkinci filmde "ha oldu ha olacak" derken Jean Grey öldü, üçüncü filmin başında da Cyclops gitti. Filmler kaliteliydi ama demek istediğim, X-Men ekibi bir türlü ana kadrosunu tam manasıyla toparlayamadı. Days of Future Past bunu başarmak adına büyük bir atılım yapıp geçmişi değiştiriyor. Hatta buna oyuncuları değiştirmeden yapılan bir reboot da denebilir. Ana üçlemesini hiçe sayıyor ve First Class'ta yaratılanlar üzerinden devam etme kararı alıyor. Yani bunu tek bir filmin bir üçlemeye karşı zaferi olarak sayabiliriz. Tamam her şey güzel, Cyclops döndü, Jean Grey döndü. İleride Gambit gibi büyük mutantların da gelmesiyle seri, yedi film sonra ancak oturacak. Ama üçlemede yaşanan olayların bayağı bir değişime uğraması biraz rahatsız etmiyor değil. Buna rağmen Wolverine'in değişen yeni X-Men evreninde uyanıp Kelsey Grammer'ı, Anna Paquin'i, James Marsden'ı ve Famke Janssen'i gördüğü final sahnesi tüyleri diken diken ediyor her türlü.
Filmin müzikleri X2'nin de notalarını yazan John Ottman'a ait. Ancak soundtrack albümünü pek başarılı bulmadım. X-Men'in tema müziği dışında hatırda kalan başka bir şey yok. Ama en baştaki meşhur 20th Century Fox girişindeki o saniyelik X-Men müziği seyirciyi hemen etkisi altına alıyor.
Özetlersek Days of Future Past'in hikaye anlatmadaki başarısı şimdiye kadar ki en sevdiğim X-Men filmi olan First Class'la eş değer. Ancak elindeki malzemeler, onları kullanım şekli ve üstlendiği misyon onu First Class'tan da X2'den de daha yükseğe taşıyor. Şimdiden X-Men: Apocalypse'i izleyeceğim günü iple çekiyorum. Hatta bu değişen tarihi Xavier kelleşene kadar anlatan yine James McAvoy, Michael Fassbender ve diğer genç oyunculara sahip bir film yaparlarsa harika olur.
Yorumlar
Yorum Gönder